9 Adımda Verimli Ders Çalışma

"Hocam çok çalışıyorum ama sınava gelince yapamıyorum"
"Sınavdan 100 bekliyorum ama zayıf geliyor"
Bu ve buna benzer bir sürü cümle öğrencilerin sınav dönemi değişmez  serzenişleridir. Bazen karşısındakini kandırmak için kurar bu cümleleri -aslında kendini kandırdığını bilmeden-. Bazen de gerçekten inanarak söyler bunları. Peki işin aslı nedir. sorunun kaynağı ne ola ki onu kurutup düzlüğe çıkalım.
Sorunun kaynağı ders çalışırken farkında olmadan sergilediğimiz davranışlardır. yanlış ders çalışma taktiklerinden dolayı bu duruma düşeriz.


Peki bu duruma düşmemek için neler yapmalıyız:

1- İşe dersi derste anlayarak başlamalıyız. Bunun için ilk yapmamız gereken şey öğretmeni iyi dinlemektir. (Hocam aklımızda binbir hayal, dünya üstümüze geliyor, biz nasıl kendimizi derse verelim. Zar zor dikkatimi toplasam yanımdaki hayta bırakmıyor ders dinlemeye) diyenler için de işin anahtarı ders anlatan hocanın yüzüne kilitlenirsek hem dikkatimiz dağılmaz hem de hocanın yaptığı vurgulamaları kaçırmayacağımız için, önemli yerleri belirleyebiliriz.

2- Derste notlar almalıyız. klasik tabirle defter tutmaya özen göstermeliyiz. fotokopi kolaycılığı istenilen sonucu vermeyecektir. Çünkü insan kendi cümleleriyle not tuttuğu şeyleri daha kolay anlar. Eve gidip dersin başına oturduğumuzda neyi, nasıl yazdığımızı hatırlarsak konular aklımıza daha iyi yerleşir.



3- Derste anlamadığımız noktaları mutlaka hocaya sorarak öğrenmeliyiz. Sınıftakilerden utanarak ya da hocadan korkarak "aman ben nasıl olsa sonra başkasından öğrenirim" demeyin. Çünkü sıcağı sıcağına sorunu halletmez iseniz hem daha zor öğrenirsiniz, hem de sonradan size anlatacak birisini bulamayabilirsiniz.

4 - Eve gittiğinizde ders çalışma saatleriniz sabit ve belirli olsun. bir gün 19.00 da bir gün 17.00 de ders çalışmak devamlılık ve verim açısından olumsuz sonuçlar verir. Ev ahalisinin geliş gidişleri, akşam yemeği, varsa eve gelen misafirler vs.. gibi durumlar ortalama gözönüne alınarak sabit bir ders zamanı belirlemeli ve olağanüstü durumlar dışında bu saatlere riayet etmeliyiz. Bu saatler içinde cep tel kapatılmalı, TV, PC gibi şeylerle meşgul olunmamalıdır.

5- Mümkünse kendi odamız olmalı ve odamız düzenli olmalı. Dağınık bir mekanda motivasyon sağlamak ve dikkati toparlamak çok zordur. Odanızda yatağınız varsa toplu olmalı, poster, biblo vs.. tarzı dikkat çekici nesneler olmamalı, vazgeçemiyorsanız da ders çalışırken yöneldiğiniz tarafta olmamalı.

6- Mutlaka masada ders çalışın. yatarak uzanarak ders çalışmak fayda sağlamaz.


7- Bir ders çalışma programınız olsun ve kesinlikle masanızın üzerinde program harici derslerin kitapları bulunmasın. Hangi derse çalışacaksanız onun materyalleri olsun. Başkasına yer yok!

8- Dersleri günlük tekrar eder ve hafta sonunda bir genel tekrar yaparsanız, yazılı zamanlarında aşırı çalışmanıza gerek kalmaz. Hem de  daha fazla verim alırsınız.

9- Herkesin anlama kapasitesi farklıdır. aynı konuyu arkadaşın 1 saatte anlarken sen 2 saatte anlayabilirsin. O zaman anlayana kadar konuya eğilmelisin.


Özetlemek gerekirse bu prensipler etrafında çalışan gayretli (dikkat edin zeki demedim) bir öğrenci istediği hedefe ulaşmakta zorlanmayacaktır. Tabii başarı için gayret, azim ve gerçekçi bir hedef gerekir, bunu birde kitap okuma alışkanlığıyla birleştirebilirsek yapamayacağınız şey yoktur!

YÜKSEKÖĞRETİME GEÇİŞ SINAVI (YGS)



Üniversite hayali kuran öğrenciler her sene bir dizi sınavdan geçiyor. Yorucu ve kimine göre sıkıcı geçen 12 seneden sonra, bir de üst düzey eğitim almak için tekrar sınavlara girme fikri sıkıcı olsa da sınavlar hayatın gerçekleri. Çok geriye gitmeden, ÖYS-ÖSS, ÖSS derken 2010’dan beri nurtopu gibi bir YGS-LYS’miz oldu. Yani Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı ve Lisans Yerleştirme Sınavı…
Peki afilli isimleriyle öğrencilerin önünde duran bu sınavların içeriği nedir. Öğrencilerin hangi bilgilerini kapsamaktadır, huyu suyu nedir. Hangi durumda nasıl tepki verir.
Ben bu yazımda Yükseköğretime Geçiş  Sınavı hakkında bilgi vermek istiyorum. Malum önce
YGS; her sene Mart sonu, nadiren Nisan başında yapılan sınavdır. 2014 YILI İÇİN 23 MART YGS’nin tarihi. Başvuru ise 2-15 Ocak 2014 tarihleri arasında yapılacak.
 Bu sınavda alınan neticeye göre 2 yıllık önlisans bölümlerine, açıköğretim fakültelerine gidebilir; ya da “yok ben kutuma gitmek istiyorum”  diyorsanız da LYS’ye girme hakkı kazanabileceğiniz bir baraj puanı elde edebilirsiniz.
Bunların şartı nedir derseniz.
140 puan barajını aşan öğrenciler açık öğretim fakülteleri ya da meslek yüksekokulu  ön lisans bölümlerini tercih etme hakkı kazanıyor. Özel yetenek sınavıyla öğrenci alan bölümlere başvuru hakkı kazanmak için de 140 puanı aşmak yeterli olacaktır.
Her hangi bir YGS puanından 180 barajını aşanlar ise LYS’ye girme hakkı elde ediyor. Yani herkesin LYS’ye girme hakkı yok. YGS’ye girip 180 puan barajını aşabilen öğrenciler LYS’ye girebilecekler. Ayrıca YGS puanı ile öğrenci alan lisans programlarına da başvurabileceklerdir.
Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nın içeriği nedir peki? ÖSYM’nin yayınladığı başvuru klavuzunda gösterilmiş olan soru dağılımları aşağıdaki gibidir.

YGS’de 160 soru için adaylara 160 dakika verilir. Sınavda başarılı olabilmek için zaman yönetimini iyi ayarlamak hayati önem taşımaktadır. Unutmamalı ki zamanı yetiştirmek 1 senelik emeği heba etmemekle eş değerdir.
YGS soruları daha çok müfredatın 9. Sınıf kısmını ilgilendiren, okuduğunu anlama ve yorumlama ile ilgili soruları içerir. Burada bilmenin yanında bilgiyi yorumlama kabiliyeti ön plana çıkıyor.


Tabii dikkat edilmesi gereken konu; YGS de sadece 9. Sınıf konularından değil üst ve altsınıf konularından da soru gelebilmekte, yorumun yanında bilgi soruları da çıkabilmektedir.. Öğrenciler bu konularda uyanık olmalı ve çıkan sorular karşısında şaşırmamalıdır.

AİLE CANDIR



Yaş 8-10 
BENİM BABAM EN BÜYÜK !...
Yaş 10-12 
BENİM BABAM GALİBA YANLIŞ DA YAPABİLİR.
Yaş 16-18
BABAM BİRŞEYDEN ANLAMIYOR.
Yaş 20-24
BABAMI GÖZÜMDE FAZLA BÜYÜTMÜŞÜM GALİBA.
Yaş 30
BABAM SANIRIM DOĞRU SÖYLEMİŞ.
Yaş 40
NE AKILLI BABAM VARMIŞ.
Yaş 45-50
MEĞER BABAM HER ŞEYİ BİLİRMİŞ, YAZIK, KIYMETİNİ BİLEMEDİM...

Sosyal medyada da sık dolaşan bir yazıyı paylaştım yukarıda. İnsanlar küçük yaşlarda anne ve babalarına süper kahraman rolü biçip, onların her şeyin en iyisini bildiğini ve yapabileceğini düşünürken, yaş büyüdükçe kendini ön plana çıkarır. Bundan dolayı da kendinden başkasının doğruyu bilemeyeceğini, kendisi için en iyisini kendinin bileceğini düşünerek onları ikinci plana atar ve yavaş yavaş ailesinden kopmaya başlar.

İnsan için hatalar da tam bu zamanda başlar. Elbette özgür irademiz vardır, elbette kendimiz için, hayatımızı şekillendirecek kararlar almak hakkımızdır. Ancak hayatın tecrübesizliğiyle, kimseyi dinlemeden atacağımız adımlar hata payımızı daha da artırır. “Tecrübe hayatta yediğimiz kazıkların bileşkesidir” diye bir laf vardır. Ama akıllı insan başkalarının tecrübelerinden de ders çıkarır. Böylelikle onların karşılaştığı zorluklarla karşılaşmadan, tamiri mümkün olmayacak hasarlarla uğraşmadan tecrübe sahibi olabilir.

Aile bireyleri de işte bu noktada sözü kulak ardı edilmemesi gerekenler kategorisinden devreye giriyor. Çünkü insanın hayatta en sağlam dayanak noktası ailesidir. Anne, baba, abi, abla, kardeş vs… insanın en ihtiyaç duyduğu zamanda yanında olan, ona koşulsuz sevgi ve desteğiyle sıcaklığını hissettirenlerdir. Bazen söyledikleri tersimize gelse de biliriz ki bizim hayrımıza olmasını istediklerini bize tavsiye ederler.

İnsanın zor günlerinde sığınacağı bir tane limanı varsa bu da aile bireyleridir. Onları bazen arkadaşlarımız için bazen başka sebeplerle kırarız. Ancak insanın elindeyken değerini bilmediği şey için, elinden gittikten sonra hayıflanması hiçbir şey ifade etmez…

Ailemizden uzaklaşmak yerine; sevincimizi, hüznümüzü, sorunlarımızı vs… onlarla paylaşalım. Belki de “kızarlar bana” diye düşünürken, onların seni bağrına basarak, sevincinle sevinip, sorununa çözüm aradıklarını göreceksin…

Hadi… Denemeden bilemezsin…